İNGİLTERE ile MUSUL SORUNU

Lozan Barış Antlaşması'ndan sonra, Türkiye'yi en çok meşgul eden ve bir ara barış için de tehlikeli olan sorun İngiltere ile Musul Antlaşmazlığı olmuştur. Lozan Konferansı'nda Türk-Irak sınırının çizilmesi hususu müzakere konusu olduğundan, Türkiye halen Irak sınırları içinde kalan Musul ve Süleymaniye bölgeleri halkının büyük çoğunluğunun Türk olması dolayısıyla, bu bölgelerin Türkiye'nin sınırları içinde bulunması gerektiğini savunmuştur. İngiltere ise buna itiraz ederek, bu bölgelerin Irak sınırları içinde olduğunu iddia etmiştir. Böylece Irak sınırımız Lozan'da kesin bir sonuca bağlanamamış, Antlaşmazlığın giderilmesi için iki taraf karşılıklı görüşmelerle soruna bir çözüm bulacaklarını, şayet anlaşamazlarsa, Milletler Cemiyeti Konseyi'ne gidileceği hususunda mutabakat sağlamışlardı.
Uyuşmazlığı gidermek için 1924'te İstanbul'da toplanan konferansta, İngilizler Musul Vilayetinden başka Hakkari vilayetinin de Irak sınırlarına katılması talebini ileri sürmüştür. Başarılı olmayan ikili görüşmeler sonunda, Lozan Barış Antlaşması hükümleri uyarınca mesele Milletler Cemiyeti Konseyi'ne getirildi. Konseyin teşkil ettiği bir Komisyonun verdiği rapora uyularak, Milletler Cemiyeti de Musul'u Irak'a bırakmanın uygun olacağını belirtti. Türkiye, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin bu tavsiye kararı üzerine, Antlaşma yolunu tercih ederek İngiltere ile 5 Haziran 1926 tarihinde bir antlaşma imzalamıştır. Bu antlaşma ile Türk -İngiliz siyasi uyuşmazlığı bir çözüm şekline bağlanmış, Musul bunalımı sona ermiş ve Türk - Irak sınırı da çizilmiştir.
Musul bunalımı, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı birbirine yaklaştırmış, 17 Aralık 1925'de Paris'te "Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Paktı"nın imzalanmasına neden olmuştur.

TÜRKİYE - FRANSA İLİŞKİLERİ

Lozan'dan intikal eden Osmanlı borçları, Türkiye-Suriye sınırının tespiti, misyoner okulları ve Adana-Mersin demiryollarının satın alınması sorunları, Türkiye ile Fransa arasında önemli uyuşmazlık konuları idi.
20 Ekim 1921 tarihli Ankara Antlaşmasına göre, Türkiye-Suriye sınırını kesin olarak çizecek komisyon çalışmalarından sonuç alınamaması Türkiye ile Fransa'nın diplomatik temaslarla sorunu halleden Dostluk ve İyi Komşuluk Sözleşmesi'nin 18 Şubat 1926'da parafe edilmesine rağmen söz konusu sözleşme, Musul Antlaşmazlığının halli sonunda ancak 30 Mayıs 1926'da imzalanmıştır.
Asıl önemli konu borçlar sorunuydu. Bu sorun 13 Haziran 1928'de Paris'te Türk Hükümeti adına Paris Büyükelçisi ile Osmanlı Düyunu Umumiyesi adına ilgililer arasında bir Antlaşmaya varılarak sonuçlandırılmıştır. Ancak, 1929 yılında başlayan dünya ekonomik bunalımı borçların ödenmesini güçleştirmiş, Türkiye de Hoover Moratoryumu'ndan -borçların ertelenmesi- faydalanmak istemiştir. Paris'te yapılan görüşmeler sonunda ilk antlaşmadan çok daha uygun şartlarla yeni bir antlaşma 22 Nisan 1933'te imzalanarak borçlar sorunu da çözüme kavuşturulmuştur.
Yabancı okullarda tarih ve coğrafya derslerinin Türkçe ve Türk öğretmenler tarafından okutulması için hazırlanan yönetmelik, Fransa ile derin Antlaşmazlıklara neden olmuştur. Kapitülasyon sisteminin kalıntılarını temizlemek amacıyla, bir Fransız şirketi tarafından işletilen Adana-Mersin demiryolunun bir kanunla satın alınmak istenişi, Fransa ile aramızda yeni bir uyuşmazlık ortaya çıkarmıştır. Ancak, bu uyuşmazlık da 1929 yılında yapılan bir Antlaşma ile noktalanmıştır.

TÜRKİYE - YUNAN İLİŞKİLERİ

Lozan Barış Antlaşması'ndan önce, 30 Ocak 1923'te imzalanan Lozan Barış Antlaşmasına ek bir sözleşme ve protokolle Türkiyeli Rumlarla, Yunanistan'daki Müslüman Türklerin değiştirilmesi öngörülmüştü. Ancak, bundan Batı Trakya Türkleri ile İstanbul'da oturan (sakin-etabli) Rumlar istisna edilmişlerdi. Yunanlıların İstanbul'da daha çok Rum alıkoymak istemeleri, Antlaşmada mevcut sakin (etabli) deyiminin yorumunda uyuşmazlığa sebebiyet vermiştir. Ağır bunalımlara neden olan bu uyuşmazlık, 6-7 yıl devam ettikten sonra, 1930 yılında çözülmüştür. Böylece, iki taraf arasında uzun süre devam eden huzursuzluk ortadan kaldırıldığı gibi, Türk-Yunan ilişkilerinin düzelmesine ve ilerde Balkan Paktı'nın kurulmasına ön ayak olmuştur.

TÜRKİYE - İTALYA İLİŞKİLERİ

İngiltere ile Musul sorununun ağır bunalımlar geçirdiği bir devrede ve Yunanlılarla "etablis" Antlaşmazlığının verdiği huzursuzluğun devam ettiği sırada, Türkiye toprakları üzerinde, 1. Dünya Savaşı'ndan intikal elden emelleri olan İtalya, Türkiye üzerinde siyasi ve psikolojik baskı yaparak resmi taleplerde bulunuyordu. Türkiye'nin Musul sorununu halletmesi, Fransa ile uyuşmazlığını bir çözüm tarzına bağlaması, Türkiye'nin sınırlarını kesin olarak ortaya koymuştu. Lozan'dan itibaren, her geçen gün güç kazanan Türkiye, sömürgeci politikaya şiddetle karşı koyacağını göstermek için gereken tedbirleri de almıştı.
İtalya'nın Arnavutluk'u nüfuzu altına alması, Yugoslavya'da korku uyandırdı ve Fransa'yı Yugoslavya'ya yanaştırdı. İtalya artık Anadolu üzerinde hayale dayanan sömürgecilik politikasından vazgeçti. Türkiye'ye yakınlaşmaya başladı ve böylece Türkiye İtalya arasında, 30 Mayıs 1928'de Tarafsızlık ve Uzlaşma Antlaşması'nın imzalanması mümkün oldu.
İtalya'nın Habeşistan'a saldırması ve Milletler Cemiyeti'nin bu saldırıya karşı, 16. maddesinde öngörülen ekonomik zorlama tedbirlerini uygulaması ve Türkiye'nin de bu zorlayıcı tedbirlere katılması, bir taraftan uluslararası işbirliğinin tezahürü olmakla beraber, diğer taraftan da Türkiye'nin İngilizlerle yakın ilişkiler kurmasına neden olmuştur. Zorlayıcı tedbirlerin uygulanmasında, İngiltere'nin Türkiye, Yunanistan ve Yugoslavya'ya teminat vermesi bu devletlerde rahatlık ve güvenlik uyandırdığı gibi, karşılıklı yardım taahhüdü de Akdeniz Paktı adı ile anılan paktın doğumuna neden olmuştur.
Türk-İtalyan ilişkileri, İtalyan-Habeş Savaşından sonra geçici olarak düzelmişse de Akdeniz'de yapılmakta olan denizaltı korsanlığını önlemek amacıyla toplanan Eylül 1937 Nyon Konferansı sonunda aktedilen Nyon Antlaşması ile yeniden bozulmuştur. Türkiye bu konferansta İngiltere'yi desteklemiş ve milliyeti belirsiz denizaltılara karşı ortak uygulamayı kabul etmiştir.

TÜRKİYE - SOVYET RUSYA İLİŞKİLERİ

Musul Antlaşmazlığı, Türkiye ile İngiltere'yi karşı karşıya getirmiş olmasına karşılık, Türkiye ile Sovyet Rusya'yı da birbirine yakınlaştırmıştır. Sovyet Rusya'nın Türkiye'ye yakınlaşmasına, Locarno Antlaşmaları ile Almanya'nın Batılılar safında yer almasından duyulan endişe neden olmuştur. Bu yakınlaşma, Paris'te 17 Aralık 1925 tarihli Türk-Sovyet Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'nın imzalanması sonucunu doğurmuştur.
Dostluk ve Saldırmazlık Antlaşması'ndan sonra, Türk Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras'ın Odesa'yı ziyareti, Türk-Sovyet ilişkilerinin gelişmesine vesile olmuştur. Bu yakınlık, Sovyetleri, toplanmakta olan silahsızlanma konferansına Türkiye'nin katılmasını teklif etmeye kadar götürmüş ve böylece Türkiye, Lozan'dan beri ilk defa uluslararası işbirliğine çağrılmıştır.
Yeni Türkiye'nin Batılı devletlerle Antlaşmazlıklarını bir çözüme vardırması, Antlaşmazlıkları halletmesi ve Batılı devletlerle iyi ilişkiler kurması, Rusya'da iyi karşılanmamıştır. Türkiye'deki komünist hareketine karşı daha dikkatli ve hassas davranmıştır. Sovyetler, Türk Hükümeti'nin komünizm aleyhine aldığı sert tedbirleri şiddetli bir tepki ile karşılamıştır.
1930'dan 1938'e kadar, Türk-Sovyet ilişkileri dostane bir şekilde yürüdü. Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi önceleri Sovyetler tarafından istenmedi. Daha sonra, Sovyetlerin Milletler Cemiyeti'ne girmesi hususunda, Türkiye'nin girişimi ve tecavüzün tarifi hakkındaki antlaşmalara her iki devletin de katılmaları dış politikada işbirliğini sağlamıştır. Montreux Konferansı ve bu konferans sonunda imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türk-Sovyet ilişkilerinde ayrılığın ilk adımını teşkil etmiştir. Montreux'de kabul edilen yeni sistem, Sovyetler bakımından yetersiz görülmüştür. Montreux Konferansı, Türkiye'nin, Rusya ve İngiltere ile olan ilişkilerinde yeni gelişmelerin başlangıcı olmuştur. Boğazlar Sözleşmesi ile Türkiye İngiltere'ye yaklaşmıştır. Bunda Türkiye'nin kendi güvenliğinin rolü olduğu gibi, Sovyetlerin kendi rejimlerini Milli Mücadele'nin başından itibaren Türkiye'de uygulamak hususunda izledikleri politikanın da önemli rolü olmuştur. 1930-1938 devresi arasında Türkiye'nin dış politikasında Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkanlarda barış ve güvenliği temine yarayan Balkan Antantı'nı tesis etmesi ve keza Orta Doğu'da barış ve güvenlik amili olarak Sadabad Paktı'nı imzalaması ve bilhassa Türkiye'yi hayati bakımdan ilgilendiren Boğazlar ve Hatay meselelerini barışçı yollarla halletmesi başarılı adımlar olarak tarihe geçmiştir.

TÜRKİYE'NİN DOĞULU DEVLETLER İLE İLİŞKİLERİ

Türkiye-Afganistan

Yeni Türkiye, kuruluşundan itibaren, doğuda Afganistan'la iyi ilişkiler kurmuş, 1 Mart 1921 tarihli Moskova'da imzalanan dostluk antlaşması ile yalnız hükümetler arası değil, halklar arası da dostluk ve yakınlık tesisine çalışmıştır. Afgan Kralı Amanullah Türkiye'yi ziyaretinde, 25 Mayıs 1928'de Ankara'da Türk-Afgan Dostluk ve İşbirliği Antlaşması imzalanmıştır. Gerek Afganistan'da gerekse Türkiye'de iktidar değişikliği bu dostlukları zedelememiştir.

Türkiye-İran

Türkiye ile İran arasında, sınır bölgesinde aşiretlerin yarattıkları sınır uyuşmazlıkları gidermek için 22 Nisan 1926'da Güvenlik ve Dostluk Antlaşması ve bu antlaşmayı daha etkili bir hale getiren ve ona ek 15 Haziran 1928 tarihli protokol imzalanmıştır.

1930-1938 Devresi

1930 yılına girerken Türkiye, büyük devletlerin hepsi ile normal ilişkiler kurmuştur. Sovyet Rusya ile geleneksel dostluk bağları devam etmekle beraber, Rusya dayanılan tek büyük devlet olmaktan çıkmış bulunuyordu. 1930 yılından itibaren Türkiye, aktif bir politika takip ederek, kendi bölgesinde barışın ve güvenliğin korunması yolunda gerekli teşebbüslere girişmiştir. Türkiye için bu devrenin en önemli olaylarını; Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi, Balkanlarda işbirliği sonucu doğan Balkan Antantı, Türk-İngiliz yakınlaşması, emperyalist İtalya karşısında Türkiye'nin durumu, Türk-Sovyet ilişkileri, Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Türk-Fransız ilişkileri ve Sancak Antlaşmazlığı ile Sadabad Paktı oluşturur.

TÜRKİYE'NİN MİLLETLER CEMİYETİNE KATILMASI

Türkiye, İngiltere'nin geniş nüfuzu altında bulunan Milletler Cemiyeti'ne güvenle bakamadığından bu teşkilata üye olma hususunda bir istek göstermemişti. 1930'dan sonra uluslararası işbirliğinin önemi daha çok duyulduğundan, Milletler Cemiyeti'ne ilgi de artmıştır. Türkiye'nin Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, 20 Nisan 1932 Cenevre Silahsızlanma Konferansında, Milletler Cemiyeti'ne katılmamızı istemiş ve bu istek, Milletler Cemiyeti Konseyi'nin 6 Haziran 1932 tarihli toplantısında, Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne davet edilmesiyle gerçekleşmiştir.
Türkiye'nin Milletler Cemiyeti'ne girişi dış politikasında yeni bir aşama olmuş ve girdikten iki yıl sonra da Konsey Üyeliğine seçilmiştir.

BALKAN ANTANTI

İtalya'nın Akdeniz'deki emperyalist özlemleri, Yunanistan'la Türkiye arasındaki düşmanlığı sona erdirmiş ve tohumları, 1929'da Yunanistan ve Yugoslavya'nın imzaladıkları Balkan Paktı ile meyvesini vermiştir. Balkanlarda siyasi işbirliğini öngören Balkan Antantı, 9 Şubat 1934 tarihinde imzalanmıştır. Antlaşmanın imzalanması, Balkan devletleri arasında özellikle 1930'dan itibaren gelişme kaydeden Balkan Konferanslarıyla gerçekleştirilen genel anlamıyla yakınlaşma ve işbirliğinin bir sonucudur. Almanya'da Nazi Partisi'nin iktidara geçişi, Balkan devletlerini birbirine yaklaştırmıştır.
Balkan Antantı ile taraflar sınırlarını karşılıklı olarak garanti ettikleri gibi, birbirlerine danışmadan herhangi bir Balkan devletiyle bir siyasi antlaşma veya siyasi bir harekette bulunmamayı taahhüt ediyorlardı. 1939'dan itibaren Balkanlarda ve dünya politikasında cereyan eden olaylar Balkan Antantı'na da fiilen son verememiştir. 1940 yılında son toplantısını yapan Balkan Antantı, savaşın Balkanları da içine almasından ötürü bir daha toplanamamıştır. Balkan Antantı'nın barışın korunması üzerindeki önemli rolü; Balkanları barış ve güvenliğe kavuşturması, asgari ölçüde de olsa Balkanlı Devletler arasında bir uyuşmazlığa ve silahlı çatışmaya yer vermemesidir.

MONTREUX (MONTRÖ) BOĞAZLAR SÖZLEŞMESİ

İstanbul Boğazı, Marmara Denizi ve Çanakkale Boğazı, genel olarak "Türk Boğazları" diye anılır. Boğazlar, Karadeniz'i Akdeniz'e bağlaması bakımından tarihi ve siyasi önemi olan bir su geçididir. Avrupa ile Asya'yı ayıran deniz sınırı olmakla beraber, aynı zamanda iki kıtayı birbirine yaklaştırması bakımından coğrafi ve stratejik değer de taşırlar. 18. yüzyılda Doğu Meselesinin büyük önemle kendisini hissettirmesiyle, Boğazlar üzerinde daha çok durulmuş ve o zamandan itibaren hukuki ve siyasi bir sorun olarak inceleme konusu olmuştur. Karadeniz'i Akdeniz'e ve dolayısıyla Karadeniz'i diğer açık denizlere bağlayan Boğazların, tek deniz geçidi olmaları nedeniyle, hukuki statüsü düzenlenirken Türkiye'nin hayati haklarını ve savunmasını göz önünde bulundurmak mutlak bir zorunluluktur. Çünkü Boğazlar, Türkiye'nin hayat damarıdır. Kalbidir ve varlığı ile yakından ilgilidir.
Mondros Mütarekesi ve Sevr Antlaşması'ndan farklı hükümler taşıyan ve hakimiyeti daha az sınırlayan Lozan Barış Antlaşması'na ek Boğazlar Sözleşmesi üç ilkeye dayanıyordu. Önce Boğazlar askersiz hale getiriliyordu. Ayrıca, Boğazlarda geçişi kontrol etmek ve Milletler Cemiyeti'ne geçişle ilgili bilgiler vermekle yetkili bir Boğazlar Komisyonu kuruluyordu. Bunun dışında, askeri bakımdan Türkiye için tehlike teşkil edecek bir duruma engel olmak üzere Milletler Cemiyeti'nin, özellikle Büyük Britanya, Fransa, İtalya ve Japonya'nın garantisi sağlanıyordu. Boğazlar konusunda Lozan'ın arz ettiği en büyük sakınca, Türkiye'nin boğazlar üzerinde tam denetiminin sağlanamamış olması idi.
Türkiye uluslararası barış ve güvenliğin korunması yolundaki güçlüğü belirterek, 23 Mayıs 1933 Londra Silahsızlanma Konferansı'ndan itibaren, barışçı yollarla ilgili devletlere başvurarak Boğaz Sözleşmesini imzalandığı zaman siyasi ve askeri durumun farklı olması, Türkiye'de Milletler Cemiyeti'nin verdiği garantinin işleyememesi sebeplerinden ötürü, ilgili devletlerce uygun görülerek Boğazların statüsünü yeniden düzenlenmesini istedi. Bu istek üzerine 22 Haziran 1936'da Montreux'de bir konferans toplandı.
20 Temmuz 1936'da imzalanan Montreux Boğazlar Sözleşmesi, Lozan Boğazlar Sözleşmesi'nin yerini almıştır. Montreux ile Boğazlar Komisyonu, askersiz bölge üzerindeki sınırlamalar kaldırılarak bu bölgelerin de askerli hale getirilmesi kabul edilmiştir. Milletler Cemiyeti'nin yetersiz garantisi yerine, Türkiye kendi gücüne dayanabilmek ve Boğazlar üzerinde de savunmasını yapabilmek imkanına kavuşmuştur. Ayrıca, Boğazlardan geçiş ve ulaşım, hem Türkiye'nin hem de Karadeniz devletlerinin Karadeniz'deki güvenliğini koruyacak biçimde düzenlenmiştir. Türkiye'nin, Boğazlar Sorununu, barışçı çözüm yollarıyla sonuçlandırması, büyük takdir uyandırmıştır.

SADABAD PAKTI

Türkiye, İran, Irak ve Afganistan arasında, 8 Temmuz 1937'de Tahran'da Sadabad Sarayı'nda imzalanan dörtlü pakt, İtalya'nın doğu ülkelerini hedef tutan istila politikasından ve bu politikanın oluşturduğu endişeden doğmuştur. Orta Doğuya yönelen İtalya'ya karşı bir savunma sistemi kurmak, Orta Doğunun güvenliği için zorunlu görülüyordu. İlk defa bu amaçla, 2 Ekim 1935'te Cenevre'de Türkiye, İran ve Afganistan arasında üçlü bir Antlaşma parafe edildi. Buna daha sonraları Irak da katıldı. Ancak Irak-İran sınır antlaşmazlığının çözümlenmesi (Şattülarap uyuşmazlığı), Türkiye ile İran arasında dostluk çerçevesi içinde sınır sorunu dahil her alanı düzenleyen Antlaşmaların akti, 8 Temmuz 1937 tarihli Sadabad Paktı'nın imzalanmasına imkan vermiştir.
Dört Devlet, antlaşma ile dostluk ilişkilerini devam ettireceklerini, Milletler Cemiyeti Paktı ile Briand-Kellog Paktı'na bağlı olacaklarını, birbirinin iç işlerine karışmayacaklarını, ortak çıkarlarını ilgilendiren hususlarda birbirlerine danışacaklarını, birbirlerine karşı saldırıda bulunmayacaklarını ve sınırlarının korunmasına saygı göstereceklerini taahhüt etmişlerdir.