Cumhuriyetin İlk Yıllarındaki Gelişmeler

Meclis-i Mebusa’ndan Türkiye Büyük Millet Meclisine

Osmanlı Devletinin siyasal yaşamına son veren Mondros Mütarekesi imzalandıktan sonra Anadolu’da işgal girişimleri olunca, millî nitelikli bölgesel cemiyetler kurulmaya başlamıştır. Mustafa Kemal Paşa 19 Mayıs 1919 tarihinde Anadolu’ya geçerek ulusal egemenliğe dayanan bağımsız bir Türk Devleti kurma çabasını bu cemiyetlere dayanarak başlatmıştır.

Bunu 22 Haziran 1919’da Amasya Tamimi, 23 Temmuz 1919 tarihinde Erzurum ve 4 Eylül 1919 tarihinde Sivas kongreleri izlemiştir. Erzurum Kongresi bazı Doğu illerinden gelen delegelerin oluşturduğu sınırlı bir kongre olmasına karşın, kararları geniş kapsamlı olmuştur. Bu kongrede, yönetim kurulu durumunda olan ve Atatürk’ün başkanı olduğu Heyeti Temsiliye’ye, Kongre kararlarını yürütme, gerektiğinde vatanın korunması ve bağımsızlığın sağlanması için geçici bir hükümeti seçme yetkisi verilmiştir. Böylece Erzurum Kongresi Mustafa Kemal Paşanın aradığı meşru tabanı ona sağlamıştır.

Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi’ne göre temsil niteliği daha geniş bir Kongre olmuştur. Kongre, Heyet-i Temsiliye’nin yetkilerini artırmış, askerî güçlerin derlenip toparlanmasından, ulusal meclis hazırlıklarının yapılmasına kadar varan görevler vermiştir. Ulusal gücü ve ulusal iradeyi egemen kılma ilkesi Erzurum Kongresi gibi Sivas Kongresi’ninde onayından geçmiştir. Heyet-i Temsiliye, tüm ulus adına hareket eden bir kurul haline getirilmiştir. Heyet-i Temsiliye, Ankara’da TBMM’i kurulana kadar, ulusal kurtuluş hareketinin yöneticisi ve uygulayıcısı olmuştur. Böylece ülkede, İstanbul Hükümetinin yanında Anadolu’da yeni bir iktidar doğmaya ve devlet otoritesi yavaş yavaş Heyeti Temsiliye’ye geçmeye başlamıştır. Ulusal egemenliği öne çıkaran Mustafa Kemal Paşa, İstanbul’un parlamentoyu dışlayan yaklaşımına karşı derhal seçimlerin yapılmasını ve millî meclisin oluşturulması gerektiğini düşünmüştür.

Nitekim Mustafa Kemal Paşa Heyet-i Temsiliye başkanı olarak İstanbul’un işgalinden üç gün sonra 19 Mart 1920’de Anadolu’daki bütün komutanlıklara, Valiliklere bir genelge yollayarak, olağanüstü yetkilere sahip bir Meclisin Ankara’da toplanabilmesi için, yürürlükte olan seçim yasasına göre, seçimlerin 15 gün içinde yapılmasını istemiştir. Bu genelge bir yandan ülkede yeni bir seçimin başlamasını emrederken, öte yandan seçimin hangi ilkeler çerçevesinde yapılacağını belirtmektedir. Kuşkusuz Mustafa Kemal ve Heyet-i Temsiliye, Anadolu’da yeni bir devletin temel taşını bu genelge ile ortaya koymakta ve vatanın bütünlüğünü, ulusun özgürlüğünü halka dayanarak kurtarmak için alınacak kararlara, geniş halk kitlesinin katılımını sağlamak istemişlerdir. Bu nedenle ulus adına karar verecek olan “salâhiyeti fevkalade” ile yetkili Meclisin, İstanbul’dan kaçıp gelen milletvekilleriyle bu genelge çerçevesinde seçilen milletvekillerinden oluşmasını yararlı görmüşlerdir.

Bu genelge doğrultusunda seçimler yapılarak I. Türkiye Büyük Millet Meclisi 23 Nisan 1920’de Ankara’da açılmıştır. Yeni seçilenlerden ve Osmanlı Meclis-i Mebusan’ından gelenlerden oluşan bu meclis, bütün kuvvetleri “Hakimiyeti Milliye” ilkesi gereği kendisinde toplamıştır. Böylece Türkiye’de ilk kez, Meclis Hükümeti Sisteminin uygulanmasına başlanmıştır. İlk İcra Vekilleri Heyeti, TBMM’nce 3 Mayıs 1920’de seçilmiştir. Böylece TBMM, hükümetini de seçerek ulus adına tüm yönetimi üstlenmiştir. Bu dönemde Meclisin üstünlüğü ilkesi egemen olmuş ve etkisini Türk Devletinin Anayasası’nda da göstermiştir. Nitekim TBMM, kuruluşundan 9 ay sonra yazılı bir anayasa yaparak yürürlüğe koymuştur. Meclis, anayasa yürürlüğe girene kadar yasama ve yürütme güçlerini kendi varlığında toplamış, kararlarını vererek, kurallarını koyarak devlet işlerini yürütmüştür. 20 Ocak 1921 tarihinde kabul ettiği Teşkilatı Esasiye Kanunu ile bu duruma hukuksal bir nitelik kazandırmıştır.

Bu düzenleme ile, güçler birliği ilkesi ve Meclis Hükümeti sistemi benimsenmiştir. Buna göre Türkiye Devleti, TBMM tarafından yönetilir. Yasama ve Yürütme güçleri Mecliste toplanmıştır. Hükümet Büyük Millet Meclisi Hükümeti adını alır ve doğrudan doğruya Meclis tarafından kendi üyeleri arasından seçilir. Ayrıca bir hükümet başkanı yoktur. Meclis Başkanı Bakanlar Kurulunun da doğal başkanıdır. Hükümet, Meclis adına hareket eder ve onun devamlı denetimi altındadır.

1921 Anayasası, egemenliğin ulusta olduğu, ulusun bu egemenliği TBMM eliyle kullanacağı ilkesini benimsemekle kalmamış, ayrıca illere, ilçelere, bucaklara halk yönetimini getirme, halkın etkin bir biçimde yönetime katılmasını sağlamak amacı da gütmüştür. Yine bu Meclis Mustafa Kemal’in liderliğinde Milli Mücadele’yi gerçekleştirmiş, Türk ulusunun gerçek temsilcisi olarak iktidarı İstanbul’dan Ankara’ya taşımış, iç ve dış politikada önemli adımlar atmış ve saltanatı kaldırmıştır.

Müdafa-yı Hukuktan Halk Fırkasına

İkinci Meşrutiyet döneminin siyasî fırka ve cemiyetleri içinde yer alanlar olduğu gibi ilk kez milletvekili olup ta siyasî hayata başlayan ve farklı sosyo-ekonomik tabandan gelen milletvekillerinin oluşturduğu I.TBMM’i, Millî Mücadele’yi gerçekleştirmiştir. Bu mücadele sırasında zaman zaman hizipsel nitelikte bazı ayrılmalar da yaşanmıştır. Bu ayrılmaları önlemek üzere Mustafa Kemal Paşa 10 Mayıs 1921’de Anadolu ve Rumeli Müdafa-yı Hukuk Grubu’nu oluşturarak Meclisin birliğini sağlamıştır. Ancak başlıca iki karşıt grupta toplanan görüş ayrılıkları devam ettiği gibi, bu kez Müdafa-yı Hukuk Grubu’nun kendi içinde Birinci ve İkinci Grup şeklinde ayrılmalar olmuştur. Hükümete iyi çalışması için Mecliste destek verenler Birinci Grup olarak nitelendirilmişler, bu grubun dışında bırakılmış ya da kalmış öteki milletvekilleri de İkinci Grup olarak bir araya gelmişler ve meclisin ilk muhalefetini oluşturmuşlardır. Meclis içerisinde 262 üyeye sahip bir iktidar partisi olarak çalışan Birinci Grup, İkinci Gruba göre daha lâik ve devletçi bir yol izlemiştir.

TBMM’de görülen bu muhalefet hareketinin genel bir değerlendirmesi yapılacak olunursa; Gruplaşmaların varlığına ve hükümet karşısında muhalifleri bir araya toplama girişimlerine karşın, geçek anlamda plân ve programa dayalı örgütlenmiş bir muhalefet yapılmamıştır. Dolayısıyla muhalefet genelde çeşitli konulardaki itirazlarını ortaya koyan farklı görüşteki muhaliflerin bireysel faaliyetleriyle sınırlı kalmıştır. Hilâfet ve saltanatın korunması, Mecliste hükümetin görev ve yetkilerinin sınırları gibi temel konularda belli ölçüde bir odaklaşma görülmüştür. Nihayet Mecliste muhalefeti oluşturan İkinci Grup, Meclisin ikinci dönemi için yapılan seçimlerden sonra, yeni Meclisin Birinci Grup üyelerinden seçilmesi sonucunda tasfiye olmuştur. Meclis, 1 Nisan 1923’de seçimlerin yenilenmesine karar vererek dağılmıştır. Mustafa Kemal Paşa 8 Nisan 1923’te dokuz ana prensibe dayanan bir seçim beyannamesi yayınlamıştır. Bu beyannamede Birinci Grubun Halk Fırkasına dönüştürüleceğini de açıklamıştır. Atatürk “Dokuz ilke ve Partimizin ilk programı” ifadesi ile bu durumu Nutuk’da şöyle açıklamıştır:

“Gerek bazı kimselerden aldığım yazılı düşüncelerden ve gerek halk ile yaptığım görüşmelerden çok yararlandım. Sonunda 8 Nisan tarihinde görüşlerimi dokuz ilke halinde tespit ettim. İkinci Büyük Millet Meclisi’nin seçimi sırasında yayınlayarak ilân ettiğim bu program partimizin kuruluşunun temeli olmuştur.” Nihayetinde 1923 seçimleri yapılmış ve seçim çevrelerinden gelen Müdafayı Hukuk Milletvekilleri 7 Ağustos günü Mustafa Kemal’in başkanlığında toplanmışlardır. Bu toplantılar, çeşitli aralıklarla bir ay sürmüştür. Seçimlerden önce hazırlanan dokuz umde esas olmak üzere yapılan tüzük 9 Eylül günü kabul edilmiştir. Aynı gün oybirliği ile aldığı karar gereği Anadolu ve Rumeli Müdafa-yı Hukuk Cemiyeti’nin Halk Fırkasına dönüştürüldüğü ilân edilmiştir.

Halk Fırkası kurulduktan sonra 104 maddeden oluşan bir tüzük yayınlamıştır. Bu tüzüğün ikinci maddesinde “Halk Fırkası nazarında halk kavramı herhangi bir sınıfa ait değildir. Nazarında mutlak kabul edilen bütün fertler halktandır. Halkçılar hiçbir ailenin hiçbir sınıfın, hiçbir cemaatin, hiçbir ferdin ayrıcalıklı olmasını kabul etmeyen ve kanunları vazetmekteki mutlak hürriyet ve istiklâli tanıyan fertlerdir. 3.maddesinde Halk Fırkasının her türlü ve hariçten gelip türlü tabiiyet ve her şeyi kabul eden her fert dahil olabilir” açıklamalarının halkçılık ilkesinin; demokrasiye ait katılımcı hür iradenin topluma yerleşmesi arzusunun önemli bir göstergesidir. Bir yıl sonra 10 Kasım 1924’de de verilen bir karar ile adını Cumhuriyet Halk Fırkası olarak ilân etmiştir. Mustafa Kemal Cumhurbaşkanı seçildiğinden, 19 Kasım 1923’te bir yazı ile Halk Fırkası başkanlık görevini işlerinin çokluğu nedeniyle yapamayacağını açıklamıştır.

CHF belirlenen program dahilinde, inkılabın yürüyüşü ve gelişmesiyle birlikte kendi yapısında ve programında çeşitli değişimler geçirmiştir. Prensipler sürekli değişen ihtiyaçlara ve durumlara göre işlemiş ve yenilenmiştir. Demokratik bir sistemi hazırlamak, bunun için gerekli ortamı yaratmak ve tüm ulusu temsil etmek asıl amaç olarak benimsenmiştir. Devletin kurtarıcısı olarak ortaya çıkan Halk Fırkası, kurmuş olduğu bu cumhuriyetin bekçisi rolünü de üstlenmiştir. Atatürk bir konuşmasında sınıflar üzerinde durarak, başka ülkelerdeki farklı sınıfların ve dolayısıyla bunların çıkarlarını temsil eden farklı partilerin varlığına işaret etmiş ve Türkiye’de bu tür bir partileşmeye yol açacak sınıfların bulunmadığını, Halk Fırkasının toplumun yalnızca belli bir kesiminin değil tüm ulusun temsilcisi olduğunu vurgulamıştır.

Halk Fırkasının siyasî sürece hakim olan bu yapısı ve politikası karşısında, bir muhalefet partisinin bulunmayışı doğaldır. Ancak bu bulunmayış hukuksal bir yasaklamaya dayanmamıştır. Bu nedenledir ki muhalefet partisinin kurulması yolunda denemelere kolayca girişilecektir.

Çağdaş Bir Yönetim Oluşturmaya Yönelik Atılımlar

II. Meclis yapılan yeni seçimler sonucunda 11 Ağustos 1923 tarihinde toplanarak göreve başlamıştır. Türk ulusunun dört yıl mücadelesini verdiği Millî Mücadele 24 Temmuz 1923’de Lozan Antlaşması’nın imzalanması ile sona erince TBMM görevini başarı ile tamamlamıştır. Lozan Antlaşması bu meclis döneminde 23 Ağustos 1923’de onaylanarak yürürlüğe girmiştir. Bundan sonra yeni idarenin adının konması ve askerî alanda kazanılan başarının siyasî ve sosyal başarılarla bütünleştirilmesi gerekmiştir. Bunun ilk adımı 29 Ekim 1923’de Cumhuriyetin ilânı ile sağlanmıştır. Daha sonra devletin gereksinmelerine cevap verecek ve toplumu yönlendirecek yeni bir anayasa yapılması bir zorunluluk olarak ortaya çıkmıştır. İkinci dönem TBMM yeni rejimin anayasasını kabul etmeden önce üç önemli yasa çıkarmıştır. Bunlardan biri; askerlikle milletvekilliğinin aynı kişide birleşemeyeceğine, ikincisi; Eğitim Sisteminde lâikliği ve Öğretim Birliğini eses alan Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile tüm okulların Milli Eğitim Bakanlığına bağlanmasına ve üçüncüsü de; hilâfetin kaldırılmasına ilişkin yasalardır.

Daha sonra 20 Nisan 1924 günü altı bölüm 105 maddeden oluşan yeni Anayasa TBMM’de kabul edilmiştir. Bu anayasa, bazı değişikliklerle 1961 anayasası yapılıncaya kadar yürürlükte kalmış olmakla birlikte çağın en ileri devlet yapısını ve özgürlükler sistemini benimseyen niteliktedir. Örneğin üçüncü maddesinde devletin temel niteliği, “Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” şeklinde belirlenmiştir. Yine bazı önemli maddelerinde şu unsurlara yer verilmiştir. Meclis Cumhurbaşkanı’nı, Cumhurbaşkanı da hükümeti seçecektir. Hükümet üzerinde Meclisin tam denetim hakkı olacaktır. Kuvvetler ayrımı ilkesi kabul edilmekte, yargı bağımsız olmaktadır. Seçimler 4 yılda bir yapılacaktır. Hükümet veya milletvekilleri yasa teklifinde bulunabileceklerdir. Milletvekillerinin Meclisteki konuşmaları nedeniyle dokunulmazlıkları olacaktır. Başka nedenlerle de yargılanmaları Meclis Genel Kurulunun kararına bağlı olacaktır. Mahkeme kararlarına Meclis veya Bakanlar Kurulu karışamaz, bu kararları değiştiremez.

Bu maddeler devletin niteliklerini tanımlamaktadır. Anayasanın 68.maddesi ise özgürlüklerle ilgilidir. Buna göre “Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet başkasına zarar vermeyecek her türlü tasarrufta bulunmaktır. Herkesin yasalar önünde eşit olduğu, vicdan, düşünce, konuşma, yayında bulunma, seyahat, mülk edinme, toplanma, dernek ve şirket kurmanın herkesin doğal hakkı olduğu belirtilmektedir.

Anayasanın en önemli maddesi 88.maddesidir. Bu madde ile Türklerin kimliği tarif edilmiştir. Türkiye ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk sayılmaktadır.

Uygulamada 1924 Anayasası çok farklı siyasal ortamlarla karşı karşıya kalmıştır. Türkiye’ye hem tek partili hemde çok partili dönemde hizmet etmiştir.

Bundan sonra ülkeyi sosyal ve siyasal alanda güçlendirmek için atılımlara girişilmiştir. Amaç toplumu lâikleştirmek ve çağdaşlaştırmaktır. 1924’de şeyhüslamlık müessesesi ile Dini İşler ve Vakıflar Bakanlığı kaldırılmıştır. Onların yerine Diyanet İşleri Müdürlüğü ve Evkaf Umum Müdürlüğü kurulmuştur. Eylül 1925’te türbeler ve tekkeler kapatılmıştır. Yine aynı yıl Kasım ayında Fes giyilmesi yasaklanmıştır. 1926 yılı başında miladi takvim ve Batı’da uygulanan saat esası kabul edilmiştir. Aynı yıl 17 Şubat 1926’da İsviçre Medenî Kanunu ile İtalyan Ceza Kanunu esas alınarak büyük bir hukuk reformu yapılmıştır. 1928 yılında alfabe değiştirilerek, Arap harfleri yerine Lâtin harfleri kabul edilmiştir. Eski rejimin efendi, paşa gibi tabirleri kaldırılmıştır. Yine 1928’de “Devletin Dininin İslâm Dini” olduğuna ilişkin hüküm Anayasa’dan çıkartılmıştır. Cumhurbaşkanı ve Milletvekili andındaki “Vallahi” sözcüğünün yerine “Namusum Üzerine Söz Veririm” ibaresi eklenmiştir. TBMM’nin görevleri arasında sayılan “Şeri Hükümlerin Yerine Getirilmesi” ibaresi kaldırılmıştır. 5 Aralık 1934 yılında Anayasada değişiklik yapılarak kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. Bu gelişme Türk demokrasi tarihinde bir dönüm noktası olmuştur. O tarihlerde birçok Batılı ülkede henüz kadınlara oy hakkı tanınmamıştır. Cumhuriyetin lâiklik ilkesi doğrultusunda 21 Haziran 1934’de Soyadı Kanunu çıkartılmıştır. Her Türk vatandaşının soyadı kullanmasını zorunlu hale getiren kanun, 6 aylık bir geçiş sürecinden sonra 24 Aralık 1934’de yürürlüğe girmiştir.Yine 1937 yılında CHP’nin Altı Umdesi anayasaya konularak devletin nitelikleri haline getirilmiştir.

Diğer ülkelerde olduğu gibi Türkiye’de de demokrasi adım adım gelişecek, bazen güçlükler olacak ve geri adımlar atılabilecektir. Ancak zaman içinde Atatürk’ün daha o günlerde çizdiği çağdaş, uygar, akılcı ve ulusal iradeye dayalı yol üzerinde ilerleyecektir.

İlk Çok Partili Sistem Denemesi: Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası

29 Ekim 1923’te Cumhuriyetin ilânı ve Mustafa Kemal Paşanın Cumhurbaşkanı seçilmesinden sonra, 30 Ekim’de İsmet Paşa ilk cumhuriyet hükümetini kurmakla görevlendirilmiştir.

İlk cumhuriyet hükümeti 1924 yılına önemli problemlerle girmiştir. Musul’un statüsünün belirlenmesiyle ilgili olarak İngilizlerle, mübadele konusunda Yunanlılarla anlaşmazlık devam etmektedir. Öte yandan Teşkilât-ı Esasiye Kanunu’nun yeniden düzenlenmesi görüşmeleri sırasında Mecliste yoğun tartışmalar yaşanmış, Halk Fırkası içinde bir muhalefet ortaya çıkmış ve giderek kuvvet kazanmıştır. Daha sonraki günlerde bu muhalefet hareketi partiden istifalar şekline dönüşmüştür. Nihayet ayrılanlar yeni bir parti kurmuşlardır. Bu yeni parti cumhuriyet döneminin ilk muhalefet partisi olan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası dır. Partiyi kuranlar, 17 Kasım 1924’te, partinin tüzüğünü, kurucular listesini ve kuruluş beyannamesini Dahiliye Vekâletine vererek, yasal işlemleri tamamlamışlardır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası, Meclis içinde bir muhalefet partisi olarak doğmuştur. Ali Fuat Paşaya göre amaç, iktidara gelmek değil, Cumhuriyet Halk Fırkasına muhalefet etmektir. Partinin programında demokratik, liberal, düşünce ve inanca saygılı olunacağı öncelikle belirtilerek, diğer önemli görülen prensipleri şu şekilde sıralanmıştır: Tek dereceli seçim sistemi, anayasanın milletten vekâlet alınmadan değiştirilmeyeceği, Cumhurbaşkanı seçilince mebusluk sıfatının düşeceği, idarî yönden adem-i merkeziyetçilik, milletten izin alınmadan yeni inkılâp yapılmayacağı öngörülmüştür. Demokratik bir açılımı öngören fakat ülkenin o günkü şartlarıyla bağdaşmadığı açık olan bu prensipler, partiyi bir anda inkılâp karşıtlarının ve dine dayalı devlet düzeni yanlılarının sığınağı haline getirmiştir. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurucuları böyle bir amaç gözetmemiş olmakla birlikte, siyasî ve sosyal çalkantılar partiyi bu noktaya sürüklemiş, bu da partinin sonunu hazırlamıştır.

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasının kurulması ile Türkiye Cumhuriyetinde ilk kez çok partili parlamenter sisteme geçilmiştir. Mustafa Kemal Paşa “Times Gazetesi” İstanbul muhabirinin yazılı sorularına 11 Aralık 1924’te verdiği cevapta: “Hakimiyeti milliye esasına dayanan ve bilhassa cumhuriyet idaresine malik bulunan memleketlerde siyasî partilerin mevcudiyeti tabiidir. Türkiye Cumhuriyetinde de birbirini denetleyen partilerin doğacağına şüphe yoktur” demek suretiyle böyle bir girişimi doğal, son derece de olumlu ve Cumhuriyet rejiminin gereği olarak karşıladığını ifade etmiştir.

Doğuda Şeyh Sait isyanı nedeniyle Hıyanet-i Vataniye Kanunu’nun 1. maddesine bir ekleme yapılmış, Hükümete, 4 Mart 1925’te kabul edilen Takrir-i Sükun Kanunu ile isyana, ülkenin sosyal düzenini, huzurunu, iç güvenliğini bozmaya yönelik her türlü kuruluşu, girişimi ve yayını Cumhurbaşkanı’nın onayı ile yasaklama yetkisi verilmiş, biri Ankara’da, diğeri isyan bölgesinde faaliyet gösterecek olan iki İstiklâl Mahkemesi kurulmuştur. Şark İstiklâl Mahkemesi 25 Mayıs 1925’te kendi bölgesindeki bütün Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası faaliyetlerini durdurmuştur. Ankara İstiklâl Mahkemesi de dini siyasete alet ettikleri gerekçesiyle partinin bazı mensuplarını yargılayarak çeşitli cezalara çarptırmış, parti programındaki “düşünce ve inanca saygılı” olmak prensibiyle “gericiliğin kışkırtıldığını kabul ederek gereğinin yapılmasını hükümetin dikkatine” sunmuştur. Hükümet de Takrir-i Sükun Kanunu’nun 1. maddesine dayanarak 3 Haziran 1925’te Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapatma kararını almıştır. Yeni partinin siyasî varlığı çok kısa, ancak altı buçuk ay kadar sürmüştür. Bu süre içerisinde son derece sınırlı faaliyette bulunabilmiş, mecliste bazı konular hakkında açıklama istemiş, 1925 bütçesi görüşmelerinde düşüncelerini dile getirmiş, âşarın kaldırılmasını kabul etmiş, Ankara İstiklâl Mahkemesine idam yetkisi verilmesi hakkındaki kanunun aleyhinde bulunmuş ve Cumhuriyet Halk Fırkasını ara seçimlerde baskı yapmakla suçlamıştır. Meclis dışında ise milletvekili ara seçimlerine katılmış, fakat her yerde aday gösteremediği gibi gösterdiği adaylar da başarılı olamamışlardır. Bundan sonra 1930’lu yıllara kadar yeni örgütlenmeler olmamıştır.

İkinci Çok Partili Sistem Denemesi :Serbest Cumhuriyet Fırkası

1929 yılında başlayan ve tüm dünyayı etkisi altına alan ekonomik bunalım Türkiye’de de etkisini göstermiştir. Buna bağlı olarak halkın çektiği yoksulluk ve sıkıntı artmaya başlamıştır. Bu durum tek parti yönetiminin sıkıntılarını da ortaya çıkarmıştır. Çünkü Hükümet denetlenmeli, yeni düşünceler, imkânlar aranıp bulunmalı ve bu sıkıntılar atlatılmalıdır. Ayrıca Milletler Cemiyetine girme isteği ve teşebbüsü, Batılı devletlerdeki demokratik rejimin faydalarına ve gereğine inanan Atatürk’ü yeni girişimlerde bulunmaya sevk etmiştir. Bu maksatla yine CHP’nin ileri gelenlerinden ve o ana kadar hükümet düzeyinde bakanlık ve Başbakanlık gibi görevler yapmış olan ve o esnada Paris Büyükelçiliği görevinde bulunan Fethi Bey ile yeni bir parti kurulması için temasa geçmiştir. 9 Ağustos 1930’da Atatürk’e bir parti kurma isteğini ve kurulacak partinin ana özelliklerini, başlıca prensiplerini açıklayan bir mektup yazmış, Atatürk de Fethi Beyin mektubuna 11 Ağustos’ta verdiği cevapta, “... görüyorum ki lâik Cumhuriyet esasında beraberiz. Zaten benim siyasî hayatta bir taraflı olarak daima aradığım ve arayacağım temel budur” demek suretiyle memnuniyetini bildirmiştir. Bir gün sonra, 12 Ağustos 1930’da İstanbul’da Fethi Beyin başkanlığında Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş, Cumhuriyet Halk Fırkasından istifa eden bazı mebuslar Serbest Cumhuriyet Fırkasına katılmışlar ve onun yetkili kurullarında görev almışlardır. Bu suretle yeni parti, Mecliste temsil edilme imkânına kavuşmuştur. Yeni parti kısa sürede büyük ilgi uyandırmıştır. Bu ortamda 1930 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası ve Serbest Cumhuriyet Fırkasının katılmı ile ülkede belediye seçimleri yapılmıştır. Serbest Cumhuriyet Fırkası belediye seçimlerinde yolsuzluk yapıldığına dair, İçişleri Bakanlığı hakkında TBMM Başkanlığına bir gensoru önergesi vermiş ve bu gensoru önergesi 15 Kasım 1930’da Mecliste görüşülmüştür. Görüşmeler sırasında çok sert tartışmalar cereyan etmiş, muhalefet, kanunsuz işlemler yaptığı ve baskıcı yöntemler uyguladığı iddiasıyla iktidarı sorumlu tutmuş, iktidar partisi de muhalefeti suçlamıştır. Daha sonra tartışmalar kişiselleşme boyutuna ulaşmış, konunun özü kaybolmuştur. Meclisin üzerine ağır mücadele havası çökmüştür. Meclisteki görüşmeler esnasında iktidar partisi milletvekillerinin tutum ve davranışlarından rahatsız olan Fethi Bey, 17 Kasım 1930’da İçişleri Bakanlığına gönderdiği yazıda, partisinin “gelecekte Gazi Hazretleriyle siyasî sahada karşı karşıya gelmek vaziyetinde kalabileceği” ni bu durumdaki bir siyasî teşekkülün varlığını parti başkanı sıfatıyla koruyup sürdürmesini imkânsız bulduğunu belirterek Serbest Cumhuriyet Fırkasının kapanmasına karar verdiğini ve bu kararı bütün parti kuruluşlarına tebliğ ettiğini bildirmiştir.

Serbest Cumhuriyet Fırkası, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi Meclis içerisinde doğan, Meclis içinde ve dışında sınırlı faaliyetlerde bulunabilen bir muhalefet partisi olarak kalmıştır. Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasından farkı, kurucularının Atatürk’e karşıt değil onun yakın arkadaşları olmalarıdır. İkinci olarak bu parti, Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası gibi, hükümet tarafından kapatılmamış, kendisini fesih kararı almıştır. Terakkiperverlerin bir muhalefet partisi olarak siyasette tutunma isteğine karşılık, onlar iktidara gelmeyi amaçlamışlardır. Bu da Cumhuriyet Halk Fırkasının kökleşmiş varlığına karşı atılmış cesaretli bir adım olmuştur. Serbest Cumhuriyet Fırkası, Cumhuriyet Halk Fırkasından ekonomik görüşleri ile ayrılarak, Cumhuriyet Halk Fırkasının ekonomide devletçi politikalarına karşı liberalizmi savunmuştur. Onun dışında programında ve tüzüğünde Cumhuriyete, onun temel ilkelerine, milliyetçiliğe, lâikliğe, inkılâplara bağlı olduğu ayrıca bunların gelişmesine katkı sağlayacağı vurgulanmıştır. Nitekim Serbest Cumhuriyet Fırkası da Terakkiperver Partinin akıbetine uğramıştır. Rejime muhalif güçlerin, şer odaklarının bu partiye girmesi ve onu bir kalkan olarak kullanmaya kalkışmaları engellenememiştir. Olayların kontrolden çıktığını hisseden Fethi Bey, partiyi kapatmak zorunda kalmıştır. Böylece çok partili demokrasiye geçiş denemesinin ikincisi de benzer şekilde başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Bu iki demokrasi denemesinin siyasal düzeyde başarısızlıkla sonuçlanmasına karşılık, toplumsal yapıda bir muhalefet partisi fikrine alışılmasını sağlama yönünden etkileri olmuştur.

Parti Devlet Bütünleşmesine Yöneliş

Bundan sonra iktidarın politikasında bazı değişikliklere gidilmiştir. Ekonomik açıdan Devletçilik politikası gündeme getirilirken; benimsenen Halkçılık ilkesi çerçevesinde girişilen uygulamalarla da kitleleri kazanma, onlarla iletişim sağlama amacı güdülmüştür. Bu bağlamda İlk olarak gerçekleştirilen inkılâpların halka daha iyi aktarılması için halkevleri kurulmuştur. CHP’nin 4.Büyük Kurultayında partinin yeni programı ve tüzüğü görüşülerek oybirliği ile kabul edilmiştir. Yeni programın başlangıç bölümünde “Partinin güttüğü bütün esaslar Kemalizm prensipleridir” denilerek Kemalizm resmi olarak ilk defa tanımlanmıştır. Programın üçüncü maddesinde, “Türkiye ulusçu, halkçı, devletçi, lâik ve devrimci bir cumhuriyettir” denilerek partinin özellikleri devletin özellikleri haline getirilmiştir. Yeni Tüzüğün 95.maddesinde, “Parti, kendi bağrından doğan hükümet teşkilâtı ile kendi teşkilâtını birbirini tamamlayan bir birlik tanır” denilerek tek parti yönetiminin kurumsallaşması yolunda önemli bir adım atılmıştır. Tüzüğe göre parti örgütü ile yönetim arasındaki ilişkiyi merkezde parti genel sekreteri ile bakanlar yada bunların adına yetkili olanlar, İllerde ise partinin İl Başkanları ile valiler kuracaklardır. Bir yıl sonra 18 Haziran 1936 tarihli genelge ile parti genel sekreterliği ile İçişleri Bakanlığı, İl Başkanlığı ile de valilik birleştirilmiştir.

Bu gelişmelerin partinin devlet mekanizmasına egemen olması biçiminde değil, ulus egemenliğinin ve devrimin yerleşmesinde büyük görevler üstlenmiş olan bürokrasinin partiyi denetim altına alması biçiminde değerlendirmek daha gerçekçi bir yaklaşım olsa gerektir.

Ayrıca müstakil bir grup kurularak 1931’de 22 seçim bölgesinde 30 müstakil mebusluk, 1935’de ise 16 müstakil mebusluk bırakılarak başlatılan süreç ile hükümetin Meclis içerisinde kontrolü amaçlanmıştır.