Atatürk'ün Hatay Politikası

Hatay’ın Türkiye’ye ilhakına ilk ve en önemli tepki haliyle Suriye’den gelmiştir. Türk-Fransız Anlaşması’ndan hemen sonra Suriye Partileri olan Kitle-i Vataniye, Şehbender, Usbetül Amelül Kavmi ve El Şebibetül Amelül Kavmi ve El Şebibetül Vataniye Partileri gerek yayınladıkları beyannamelerle gerekse, yayın organlarında verdikleri demeç ve Milletler Cemiyeti’ne çektikleri telgraflarla Hatay’ın Türkiye’ye katılmasını protesto etmişlerdir. Suriye Meclis’i de Anlaşmayı red ve protesto ederek, Meclis Başkanı vasıtasıyla Fransa ve Milletler Cemiyeti Konseyi’ne birer telgraf göndermiş yapılan anlaşmanın onaylanmasını talep etmiştir.

Bu arada Hatay’ın Türkiye’ye ilhakı üzerine özellikle Ermeniler de, Hatay’da kalan Arapları Türkler aleyhine kışkırtmaya çalışmışlar ve Fransa’yı da protesto etmişlerdir. İtalyan Hükümetide 10 Temmuz 1939 tarihinde Fransa’ya verdiği notada 1920 San Remo Konferansı Devletlerinden biri olarak, kendisinin görüş ve onayı alınmadan yapılan bu anlaşmanın Manda ‘nın amacına ters düştüğünü ileri sürerek protesto etmiştir. Fransa bu notaya verdiği cevapta, Anlaşmanın, 1921 Ankara Anlaşması’nın kaçınılmaz bir sonucu olduğunu belirterek, Hatay’ın Türkiye’ye geri verilmesinin Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyileşmesine yarayacağını bildirmiştir.

Suriye, anlaşmaya gösterdiği ilk tepkiden sonra, bağımsızlığım kazandığı 1944 yılında Şam’daki yabancı misyona gönderdiği bir genelge-nota da; Suriye Hükümeti’nin, Fransa’nın Suriye adına yaptığı uluslararası ve ikili anlaşmalara saygılı olduğunu bildirmiş, dolaylı olarak 1939 Anlaşması’nı da tanımıştır. Suriye’nin politika değişikliği üzerine, Türkiye, 1946 yılında Suriye’yi tanıyarak Şam’da bir Büyükelçilik açmıştır.

Ancak Suriye, 1950’den itibaren Hatay konusunu tekrar gündeme getirmeye başlamıştır. Bundan sonra Suriye yönetimi Hatay’ı daha çok iç politika malzemesi yaparak “Hatay’ın Suriye’den zorla alındığı” yolunda propagandalara başlamış, Hatay’ı Suriye içinde gösteren haritalar yayınlamış ve Türkiye-Suriye sınırını tanıma anlamına gelebilecek tüm davranışlardan kaçınmıştır. Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Projesi’ne başlamasına paralel olarak su meselesini de bahane eden Suriye, PKK terör örgütüne barınma, eğitim ve silah sağlama açısından yoğun bir şekilde destek vermeye ve başta Yunanistan olmak üzere Türkiye’ye düşmanlık besleyen ülkelerle işbirliğine yönelmiştir.


Hatay, Misak-ı Milli sınırları içinde kabul edilmesine rağmen, Milli Mücadele döneminin olağanüstü şartları içinde Fransa ile savaşın durdurulması pahasına imzalanan Ankara İtilafnamesi ile milli sınırlar dışında bırakılmak zorunda kalınmıştır. Ancak, TBMM Hükümeti, Hatay Türkleri’nin menfaatlerini koruyacak ve bölgeye özerklik verilmesi için gerekli zemini hazırlayacak özel hüküm koydurmayı ihmal etmemiştir. Bu hüküm, bölgedeki Türklerin benliklerini koruyup Türkiye ile bağlarını güçlendirmelerinde ve ileride Hatay’ın Anavatan’a tekrar kavuşmasında, Türkiye’nin elinde önemli bir dayanak noktası teşkil etmiştir.

Türkiye, bağımsızlığına kavuştuktan sonra, Hatay meselesini ön plana çıkarmak için iç ve dış sorunların halledilmesini ve Avrupa’da siyasal konjoktürün elverişli bir duruma gelmesini beklemiştir. Nitekim, Avrupa’da siyasi konjoktürün elverişli duruma geldiğini gören Türkiye, Fransa’nın Suriye’ye bağımsızlık vermeye hazırlandığı bir sırada, Hatay konusunu iç ve dış kamuoyunda planlı bir şekilde gündeme getirmiştir. Artık Hatay, iç ve dış kamuoyunda yürütülen propaganda ile 1936 Sonbaharından itibaren Türkiye’nin en önemli davası haline gelmiştir.

Türkiye, Montreux’de kazandığı uluslararası hukuk yoluyla hak arama ve elde etme tecrübesini Hatay konusunda da çok iyi değerlendirmiş, önce Hatay’a bağımsızlık verilip Suriye’den koparılması, daha sonra Anavatana ilhak edilmesi şeklinde cereyan eden iki aşamalı bir strateji izlemiştir. Nitekim, Hatay sorununa toprak isteyerek değil, Suriye’ye tanınacağı gibi Hatay bölgesi için de bağımsızlık isteyerek işe başlamıştır. Milletler Cemiyeti çerçevesinde varılan uzlaşma sonucu imzalanan 1937 Anlaşması ile Hatay’ın “ayrı bir varlık” olduğu kabul edilmiş, Türkiye, Sancak’ın toprak bütünlüğünün teminat altına alınmasında bir anlamda garantör devlet sıfatı elde etmiştir. Bu sebeple 1937 Anlaşmaları, Hatay meselesinin çözümünde önemli bir aşama olmuştur.

Milletler Cemiyeti çerçevesinde imzalanan Anlaşma ile Statü ve Anayasa’nın uygulanmasında Fransa’nın çıkardığı güçlüklere rağmen, Hatay davasını bizzat yönlendiren Atatürk; Türkiye’nin barışçı ve hukuka saygılı görünümünü bozmadan aşama aşama yürütmeye özen göstermiştir. Türkiye’yi işgalcilikle suçlayacak herhangi bir argüman vermemeye büyük gayret sarfetmiştir. Suriye’nin bağımsızlığını haraketle destekleyerek aynı hakkın Hatay’a verilmesi gerektiğini ısrarla savunmuş, Milletler Cemiyeti’nde ve Fransa ile yürütülen müzakerelerde hukuka saygılı bir tavır sergilemiştir. Ancak, Atatürk, diplomasinin tıkandığı noktalarda askeri kuvvete başvurabileceğini Fransa’ya hissettirmiş ve Fransa’nın çıkardığı engeller böylece adım adım aşılmıştır. Türkiye’nin kararlı tavrı ve Avrupa konjonktüründeki hızlı değişmeler, Fransa’yı Türk haklarını teslime mecbur bırakmıştır. Sonuçta Milletler Cemiyeti’ni devreden çıkaran Türkiye, Fransa’yı ikili müzakerelere zorlayarak 1938 Anlaşması’nı imzalamıştır. Bu anlaşma ile ordusunu Hatay’a sokan Türkiye, bir anlamda davanın esası demek olan seçimlerin istediği şekilde sonuçlanmasını sağlamıştır. Bu bakımdan Türk Ordusunun 1938 tarihinde Hatay’a girişi nihai çözüme ulaşılmasında temel bir faktör olmuştur.

Türkiye, diplomatik yoldan Hatay konusunda aldığı mesafeye paralel olarak gerek Türkiye’de gerekse Hatay’da yürüttüğü faaliyetler ile davayı içten kazanma yoluna gitmiştir. Bu faaliyetlerde; Türkiye ile koordineli bir şekilde sancak Türkleri teşkilatlandırılmış, Türkiye’den gönderilen memur ve diğer Hatay doğumlular ile Türkler güçlendirilmiş, seçimlerde yapılan organizasyonla Fransa ve Suriye’nin oyunları bozularak diğer unsurların da bir kısmı kazanılarak seçimlerde gerekli çoğunluk elde edilmiştir. Böylece Hatay meselesinin başından itibaren savunulan, “Hatay’ın büyük çoğunluğu Türktür” tezi hukuken tescil edilmiştir. Sonuçta her yönüyle Türklerin hakim olduğu bağımsız Hatay Devleti’nin kurulmasıyla, aslında Türkiye açısından sorun büyük oranda çözülmüştür. Çünkü böyle bir devlet nasıl olsa Türkiye ile sıkı işbirliği içinde geleceğini kararlaştıracak, bu karar da Anavatan’a bağlanmak olacaktı. Nitekim Hatay Devleti’nin kurulmasından sonra yapılan düzenlemelerle Fransa ve Suriye’nin etkisinden kurtarılan Hatay, Türkiye ile bütünleşmenin eşiğine getirilmiştir. Avrupa konjonktüründeki hızlı değişmelere paralel olarak da Fransa, bu sonucu kabul etmek zorunda kalmıştır.

Türkiye’nin Hatay davasına sahip çıkarak kararlı bir politika izlemesi, Hatay sınırları dışında da nüfuzunu ve itibarını bir hayli yükseltmiştir. Fakat, gerek Hatay’ı gerekse Anavatan’ı uluslararası konjonktürde zor durumda bırakabilecek herhangi bir davranış içine girilmemiştir.

Başta Atatürk olmak üzere Türk devlet adamları. Dünya Savaşı’nın eşiğinde, Ortadoğu ve Balkanlar’daki güç dengesinde Türkiye’nin taşıdığı ağırlığı, yani jeopolitik konumunu çok iyi değerlendirmesini bilmiş, karşılık vermeden ve herhangi bir savaşa yol açmadan Hatay’ı elde etmeyi başarmışlardır.

Bu sonucun elde edilmesini de sağlayan, hiç şüphesiz başından itibaren Hatay davasını şahsi meselesi olarak niteleyerek sahip çıkan ve Türkiye’nin politikasını uluslararası konjonktürü iyi tartarak belirleyen, kan dökmeden en son aşamasına vardıran Atatürk olmuştur.