Atatürk'ün vefatı ve o zamanki gazete haberi
Atatürk bu yüzyılın büyük insanlarından birinin tarihi başarılarını, Türk halkına ilham veren liderliğini, modern dünyanın ileri görüşlü anlayışını ve bir askeri lider olarak kudret ve yüksek cesaretini hatırlatmaktadır. Çöküntü halinde bulunan bir imparatorluktan özgür Türkiye' nin doğması, yeni Türkiye' nin özgürlük ve bağımsızlığını şerefli bir şekilde ilan etmesi ve o zamandan beri koruması, Atatürk' ün Türk halkının işidir. Şüphesiz ki, Türkiye' de giriştiği derin ve geniş inkilaplar kadar bir kitlenin kendisine olan güvenini daha başarı ile gösteren bir örnek yoktur.
Gazeteyi büyükmek için resmin üzerine tıklayın.
.
Atatürk'ün ebedi istirahatgahı Anıtkabir'in yapımına 1944 yılında başlandı. İnşaat aşaması oldukça uzun sürdü ve 1953 yılında tamamlanabildi. Ölümünden 15 yıl sonra 10 Kasım 1953'te Atatürk'ün cenazesi Ankara Etnografya Müzesi'nden alınarak törenle Anıtkabir'e getirildi.ATATÜRK’ÜN HASTALIĞI
Prof. Dr. Utkan Kocatürk
Millî kahraman ve şanlı kumandan Atatürk, uzun süren hastalığı esnasında milletçe hayranı olduğumuz yüksek vasıflarından hiçbir şey kaybetmemişti. Hastalığının sonuna kadar tıpkı sıhhatli zamanlarında olduğu gibi daima keskin ve nafiz bakışlı, berrak ve selîs ifadeli, çelik gibi kavî iradeli, müstesna bir fıtrat idi. Her gün fizik kuvvetinden biraz daha kaybettiği ve gittikçe zayıfladığı halde, bu cihanşümul şöhretli hastanın insan kütlelerini sevk ve idarede müstesna bir kabiliyete sahip yüce şahsiyeti hemen göze çarpıyordu. Sayısız yüksek meziyetlerine meftun olduğumuz Atatürk’ü hastalık, fikren ve manen hiçbir veçhile sarsmamış ve değiştirmemişti. Hastalığının mahiyeti kendisine izah edilirken dahi ne yüzünde, ne sözünde hiçbir endişe, hiçbir üzüntü eseri sezilmiyor, söylenilenleri soğukkanlılık ve tam bir sükûn ile dinliyordu. Mütemadiyen yatakta yatmakla geçen uzun aylar zarfında bir defa bile hastalıktan şikâyeti işitilmedi, hiçbir sabırsızlığı görülmedi, metaneti asla gevşemedi. Hastalığının vahim ve mühlik mahiyeti bittabi kendisine açıkça anlatılmadı. Fakat müphem olduğu kadar ölçülü ifadelerle izah edilen durumun ciddiyetini Atatürk anlamıştı. Lâkin zannediyorum ki ölüm hiç aklından geçmemişti; zira sözlerinde ve suallerinde ölümü aklına getirmeyen ve ölmekten korkmayan bir insanın ruh haleti aşikâr idi. Bu, belki hayatını vatan ve milletinin şeref ve haysiyetini yükseltmeye vakfeden büyük bir askerin, ölümü istihkara alışık olmasıyla izah edilebilir. O halde Atatürk, niçin ölümünden iki ay evvel bir vasiyetname yapmaya karar vermişti. Buna sebep, karnında biriken mayiin bir iğne ile alınacağı kendisine anlatıldıktan sonra ponksiyon denilen bu tedavi yapılırken bilhassa bir barsak delinmesi gibi vahim bir komplikasyonun zuhur edebilmesini düşünmüş olması idi. Vasiyetname, işte bu düşüncenin ilham ettiği bir ihtiyat tedbiri olmuştur; hastalığın, ölümüne sebep olacağı kanaat ve endişesinin bir tesiri olmamıştır. Atatürk’ün bu kanaati hastalığının son günlerine kadar asla değişmeksizin devam etti. Ölümünden iki ay kadar evvel geçirdiği ve bir günden fazla süren birinci komadan harikavî bir hayatiyet ve mukavemetle kurtulan Atatürk, bu son derece vahim komplikasyona dahi ehemmiyet vermiyerek vefatına sebep olan ikinci komadan yirmi gün kadar evvel şu dikkate şayan sözleri söylemişti: “Anlaşılıyor ki bundan sonra ben alîl bir adam gibi yaşayacağım. Artık hayatımı ona göre tanzim etmeliyim. İstanbul’un muhtelif semtlerinde ve meselâ birkaç ay Florya’da, bir süre Yalova’da, sonra da Alemdağı’nda kalmalıyım.” Bu sözlerden sonra bana hitap ederek, “Yarın Alemdağı’na gidiniz. Oranın havası ve suyu çok meşhurdur. Orada iklim şartları bakımından ikametime elverişli münasip bir yer seçiniz. Sıhhatim için bir zamanlar da orada yaşarım.” demişti. Bu emrin ertesi günü İstanbul Valisi Muhittin Üstündağ, Cumhurbaşkanlığı Genel Kâtibi Hasan Rıza Soyak, Başyaver Binbaşı Celâl ve diğer bazı zatlarla birlikte Alemdağı’na gittik. Taşdelen ve civarında dolaştık. Nihayet Sultan Aziz’in Alemdağı’nda yaptırdığı köşkü gördük ve pek münasip bulduk. Akşam saraya avdette Atatürk beni çağırttı. Malûmat istedi. Gördüklerimizi ve düşündüklerimi söyledim. Köşk’te ikameti tasvip etti. Ne yazık ki hastalık artık çok ilerlemiş, Atatürk’ün kuvvet ve dermanı tükenmiş ve Alemdağı’na gitmesine hiç imkân kalmamıştı. Yirmi gün sonra hayata veda eden Atatürk’ün, biraz evvel naklettiğim hazin sözleri, onun ölümü aklına bile getirmediğinin en kuvvetli bir delili değil midir?
Hastalığının en son safhalarında bile iyileşmemekten hiç fütur getirmeyen Atatürk, devletin en mühim işleri ve dünya siyaseti ile ilgilenmekte devam ediyordu. Hükümet Başkanını, Hariciye Vekilini ve diğer bazı devlet ricalini kabul ediyor, onlardan malûmat istiyordu. Onlara düşündüklerini söylüyor ve direktifler veriyordu. Bu mülakatları takip eden günlerin birinde milletlerarası durumun pek gergin olduğundan bahis açan Atatürk, çok zaman geçmeden Avrupa’da korkunç bir fırtına kopacağını, o müthiş kasırganın dünyanın her tarafına yayılacağını, insanlığın umumî bir harp musibetinin bütün fecayii ile bir kere daha karşılaşacağını beyan ettikten sonra, “Bizim için bu kanlı badirede tarafsız kalmak, harbe katılmamak ve devlet gemisini bu fırtına ortasında hiçbir maniaya çarptırmadan sevk ve idare ederek harp dışında ve sulh içinde yaşamaya çabalamak, bizim için hayatî ehemmiyeti haizdir” demişti. Sıhhatli zamanlarında olduğu gibi hastalığı esnasında dahi uzağı gören, iyi düşünen, en uygun kararları alan bu büyük asker ve devlet adamı, akıbet hastalığa mağlup oldu ve muazzam bir şan ve şeref halesi içinde edebiyete intikal ederek kendisini ihtiraslı ve sonsuz bir hayranlıkla seven, tekrîm eden milletini ebedî bir mateme gark etti. Hemen her milletin askerî kıtalarla cenaze merasimine katılmaları, milletler topluluğunda, en şuurlu insaniyet âleminde dahi bu büyük kaybımızın ne kadar umumî ve derin bir teessür uyandırdığının açık ve bariz belirtileri olmuştur.
Atatürk’ün hastalığı esnasında, kendisini tedavi ile görevlendirilen hekim kadrosu müdavi ve müşavir hekimlerden oluşuyordu. Müdavi hekimler: Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp, Prof. Dr. Mim Kemal Öke, Prof. Dr. Nihat Reşat Belger. Müşavir doktorlar: Prof. Dr. Âkil Muhtar Özden, Prof. Dr. Hayrullah Diker, Prof. Dr. Süreyya Hidayet Serter, Dr. Abravaya Marmaralı, Dr. Mehmet Kâmil Berk.
THE TIMES GAZETESİ’NE GÖRE ATATÜRK’ÜN VEFATI
Büyük asker, devlet adamı, lider, yeni Türkiye’nin kurucusu ve banisi, Gazi Mustafa Kemal olarak bilinen Cumhurbaşkanı Kemal Atatürk 10 Kasım 1938 günü saat 9.05’te aramızdan ayrıldı. Atatürk yaklaşık sekiz aydır siroz hastalığı ile savaşmaktaydı. 8 Kasım Salı gününe kadar durumu oldukça iyi idi, fakat birden kötüleşti. Salı günü sabah 7.00’de bilincini kaybetti ve bir daha bilinci açılmadı. Aynı gün saat 10.00 da yapılan açıklamada ateşi 35.83 santigrat, nabzı 128/dk ve solunumu 28/dk idi. Akşam 9.00’da yayınlanan açıklamada ise ateşi 37.33 santigrat, nabzı 124/dk ve solunumu 40/dk idi ve durum daha da kötüleşmişti. Takip eden gece boyunca da Atatürk’ün durumu kötüye gitmeye devam etmişti. 9 Kasım akşamı saat 9.00 da ateşi 37.33 santigrat, nabzı 132/dk ve solunumu 33/dk idi. Atatürk’ün ikinci bir krizi kaldırması artık mümkün değildi. Atatürk, 10 Kasım sabahı 9.05’de hayata gözlerini yumdu. Vefatına dair rapor 8 doktorun imzası ile 10:00’da yayınlandı. Raporda “Cumhurbaşkanının genel durumu çok kötüye gitmekteydi. 10 Kasım 1938 saat 9.05’te büyük şefimiz derin komada son nefesini verdi” ibaresi vardı. 9/10 Kasım gecesi boyunca Başbakan Celal Bayar, Londra Büyükelçisi Fethi Okyar, yakın arkadaşları, kız kardeşi, manevi evladı Sabiha Gökçen, Atatürk’ün yatağının yanı başındaydı. Atatürk’ün vefatından 3 dakika önce çok yakın arkadaşı Salih Bozok başarısız bir intihar girişiminde bulundu. Bozok şu anda hayatta olsa da hayati tehlikeyi henüz atlatamamıştır. Atatürk’ün vefatı üzerine hükümet binalarının bayrakları 11.30’da yarıya indirildi. Halk da böylece resmi olarak cumhurbaşkanlarının vefatını öğrenmiş oldu. Daha sonra limandaki gemilerin bayrakları yarıya indirildi. Bütün dükkânlar ve evler aynı matem içerisinde bayraklarla donatıldı. Ertesi gün resmi binalardaki bayraklar hala yarıda idi, fakat yetkililerin emri üzerine ev ve dükkânlardaki bayraklar kaldırıldı. Halka açık bütün eğlence yerleri kapatıldı. Atatürk’ün vefatı üzerine hükümet şu resmi bir bildiriyi yayınladı: “Atatürk’ün vefatıyla Türkiye büyük kurucusunu kaybetmiş, insanlık da büyük bir evladını kaybetmiştir. Halkımıza büyük kayıpları için derin taziyelerimizi iletiyoruz. En büyük tesellimiz onun büyük çalışmalarına bağlılıkla olacaktır. Kamutay’ın başkanı Abdülhalik Renda cumhurbaşkanı seçilinceye kadar geçici cumhurbaşkanı oldu. Atatürk, her zaman Türk halkına güvenmiştir. Onun büyük çalışmaları için teşekkür ediyoruz ve o bu çalışmalarının devam ettirilmesini vasiyet etmiştir. Türk gençliği her zaman cumhuriyeti koruyacak ve Atatürk’ün izinden gidecektir, böylece Mustafa Kemal Atatürk sonsuza kadar yaşayacaktır”
Atatürk’ün Cenaze Töreni
Atatürk’ün devlet cenaze töreni Ankara’da 21 Kasım’da yapılacağı resmi olarak ilan edildi. Cenaze 20 Kasım’da trenle İstanbul’dan Ankara’ya getirilecek, istasyondan Etnografya müzesine götürülecek ve kalıcı kabri inşa edilene kadar orada kalacaktı. Atatürk’ün cenazesi, Ankara’ya götürüleceği gün olan 20 Kasım Pazar gününe kadar Dolmabahçe Sarayı’nda kalacaktı. 16 Kasım Çarşamba gününden itibaren Cuma gününe kadar halk cenazeyi ziyaret edebilecekti. Atatürk’ün Dolmabahçe Sarayı’nda naaşının bulunduğu oda oldukça etkili idi. Türk bayrakları ile sarılı naaş, etrafında 6 meşale yanmakta olan katafalkta konulmuştu. Naaşın başında kara, deniz, hava kuvvetlerinden dört subay kılıçlarını çekerek nöbet tutmaktaydı. Odada ayrıca İsmet İnönü, Ordu ve Kamutay erkânı da bulunmaktaydı. Atatürk’ü ziyaret etmek için ordu subayları, memurlar, öğrenciler, her sınıf ve yaştan kadın ve erkekler uzun kuyruklar oluşturmuşlardı. Çarşambadan itibaren Cuma gününe kadar 400.000 insan Atatürk’ü ziyaret etmişti. Eski Afganistan kralı Amanullah da İstanbul’a gelmiş ve kılık değiştirmiş bir şekilde Atatürk’ü ziyareti esnasında insanların arasında dua etmekteydi. Atatürk’ün cenaze törenine İngiltere adına katılmak için Mareşal Lord Birdwood trenle ve Akdeniz Orduları Komutanı Amiral Sir Dudley Pound Malaya isimli savaş gemisiyle İstanbul’a geldiler. Bu iki kişi özel bir trenle 12 subay, 120 maviceketli, 60 denizci ve 56 bandocu ile birlikte Atatürk’ün cenaze törenine katılmak için Ankara’ya gidecekler. Diğer yabancı delegeler ve savaş gemileri de gelmektedirler. Artık Atatürk’ün Ankara’ya gitme vakti gelmişti. Cumartesi sabahı Atatürk’ün naaşını 12 general taşıyarak Yavuz zırhlısına bindirdi. Atatürk’ün naaşı İzmit’e kadar Yavuz zırhlısı ile getirildi. Zırhlıya Türk Donanması’nın diğer gemileri, İngiliz Malaya, Fransız Emile Bertin kruvazörü, Alman Emden kruvazörü ve Rus, Yunan ve Roman destroyerler eşlik etmiştir. Kemal Atatürk, küçük bir kasabadan büyük modern bir şehir haline getirdiği başkente, Ankara’ya son kez 20 Kasım Pazar sabahı saat 10.00’da Cumhurbaşkanlığı treni ile geldi. Ankara istasyonundaki karşılamada yeni Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, kabine üyeleri ve bütün milletvekilleri vardı. Naaş, generaller ve seçilmiş askerler tarafından platformda bekleyen top arabasına kadar taşındı. Kırmızı bir örtü ile tabut kapatıldı ve üzerine ipek bir Türk bayrağı konuldu. Altı siyah atlı, top arabasını yavaşça istasyondan uzaklaştırdı. Altı general kılıçlarını çekerek yanlarında yürüdü. Arkasında cumhurbaşkanı ve milletvekilleri vardı. Kamutayın karşısında kortej durdu. Burada kırmızı ile bezenmiş bir platform ve yan taraflarında dört sütun olan ve uçlarında meşaleler yanan bir katafalk inşa edilmişti. Naaş bu platform üzerine konuldu ve yarın sabaha kadar dört general ve iki seçilmiş askerin muhafızlığında burada kalacaktı. İlk geçen birlik Mızraklı Süvari Alayı idi, sonra Piyade Taburu, Cumhuriyet Muhafızları, askeri öğrenciler, topçu birliği geçti. Daha sonra, Alman, Bulgar, Fransız, İngiliz, Yunan, İtalyan, Romen, Avusturyalı ve Yugoslav birlikleri geçti. Bu birlikler ülkelerinin güzide askerleri idi. Geçidin en sonunda ise bir Türk Deniz Taburu geçti. Top arabası Etnografya Müzesi’ne doğru giderken birlikler durdu. 15 general diğer tarafta yürüdü. Onun arkasında bir general Atatürk’ün İstiklal Savaşı’nda aldığı madalyayı taşıyordu. Onu takiben Atatürk’ün kız kardeşi, İsmet İnönü, kabinenin bakanları, Genelkurmay Başkanı Mareşal Fevzi Çakmak yer almaktaydı. Daha sonra ise misyonların başkanları ve 34 ülkeden gelen delegeler, aralarında Yunanistan başbakanı General Metaxas, Almaya’dan Baron von Neurath, Fransa İçişleri Bakanı M. Sarruat, Afganistan kralının amcası Serdar Şah Veli Han, İtalya’dan Baron Aloisi ve İngiltere Akdeniz Ordusu Kumandanı Amiral Sir Dudley gelmekteydi. Bunları milletvekilleri, sivil ve askeri yüksek makamlar, öğrenciler takip etmekteydi. Daha sonra ise, bir piyade taburu gelmekteydi. Öğle vakti top arabası Etnografya Müzesi’nin önüne getirildi. Tabut müzeye taşınana kadar Chopin’in Cenaze Marşı çalındı ve orada geçici istirahatgahı olan mermer bir blok üzerine kondu. Gece boyunca yağmur yağdı ve sabahleyin katafalktan top arabasına 96 asker tarafından götürülürken hala çiseleme devam etmekteydi. Katafalkın diğer tarafında generaller ve milletvekilleri, yolun karşı tarafında ise yabancı heyetler ve diplomatlar vardı. Tabut 20 askerin omzunda bir Türk bayrağı sarılı olan top arabasına taşındı. Türk askerleri ve yabancı birlikler selam geçişi yaparlarken, top arabası sabit kaldı.