Atatürk`ün Milliyetçiliği-İnsaniyetçiliği






















Atatürk, yeni Türkiye’ye millî bir yapı kazandırmağa çalıştığı, hem iç, hem
dış politikada milliyetçilik çizgisinde hareket ettiği halde, bunu aşırılığa
götürmedi. 1920’lerden itibaren İtalya, 1930’lardan sonra da Almanya
örneklerinde görüldüğü gibi, bazı ülkeler milliyetçiliği ırkçı bir yöne
sürükledikleri halde, Atatürk bu akımın dışında kalmış, hatta karşısında
olmuştur.
Çünkü Atatürk, milliyetçiliğinin yanısıra, insaniyetçi değerlere sahipti.
Atatürk, dünya toplumunu tek bir aile ve bütün milletleri birbirleriyle akraba
gibi görüp, herhangi bir ülkenin sorunlarını, bütün insanlığın sorunu gibi
değerlendirilmesi gerektiği inancıyla hareket etmiştir.


Ekim 1931’de Ankara’da yapılan Balkan Konferansı’na katılan delegelere
Atatürk şunları söylüyordu:


“İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak gayr-ı insanî ve
son derece teessüfe şayan bir sistemdir, insanları mesut edecek yegâne vasıta,
onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirecek, karşılıklı maddî
ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. Cihan sulhu
içinde beşeriyetin hakikî saadeti, ancak bu yüksek ideal yolcularının çoğalması
ve muvaffak olmasıyla mümkün olacaktır…”


Atatürk, bir ziyaret için Ankara’da bulunan Romanya Dışişleri Bakanı
Antonescu’ya da 17 Mart 1937’de şöyle diyordu:


“insan mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün
cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine
ne kadar kıymet veriyorsa bütün dünya milletlerinin saadetine hadim olmağa
elinden geldiği kadar çalışmalıdır. …Çünkü dünya milletlerinin saadetine
çalışmak, diğer bir yoldan kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir.
Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn, vuzuh ve iyi geçim olmazsa,
bir millet kendi kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur… En
uzakta zannettiğimiz bir hadisenin, bize bir gün temas etmeyeceğini
bilemeyiz. Bunun için beşeriyetin hepsini bir vücut ve her milleti bunun bir
uzvu addetmek icap eder. Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer
bütün aza müteessir olur.”



Yurtta Sulh Cihanda Sulh İlkesi



Atatürk’ün, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh” ilkesi, barışa verdiği değerin
ifadesidir. Atatürk, içeride de dışarıda da barışın korumasını temel amaç
almıştı.

Bu anlayış, “her ne pahasına olursa olsun barış” demek değildi. Kurtuluş
Savaşı sırasında görüldüğü gibi Atatürk, ancak Türkiye’nin temel
hedeflerine ulaşıldığında, yani hakları kabul edildiğinde barışa razı olacağını
ortaya koymuştu.

Atatürk, dünyada gerçek barışın kurulmasından yanaydı. Yani, savaşların
nedenleri üzerinde durarak, bunları ortadan kaldırmadan gerçek barışa
ulaşılamayacağının bilincindeydi.



Atatürk derki: Karşı saldırı ihtimalini düşünmeden ve ona karşı güvenilir bir
tedbir bulmadan saldırıya geçenlerin sonu, yenilmek, bozguna uğramak ve yok
olmaktır.http://vatanturk.blogspot.com