Atatürk Dönemi Türkiye Mısır İlişkileri
Fes krizi PÜSKÜLLÜ BELA


 



Diplomatik ilişkilerin kurulmasına ve iki ülke arasındaki köklü bağlara rağmen bu tarihlerde Türkiye Mısır ilişki­erinin henüz sıcak ve samimi olduğu söylenemezdi. Bu durumda Türkiye Cumhuriyeti ve Mısır Krallığı’nın devlet rejimleri arasında meydana gelen farklılaşmanın büyük etkisi vardı. Türkiye’de sırasıyla saltanatın kaldırılması, cumhuriyetin ilanı ve halifeliğin kaldırılması gibi inkılâp hareketleri Mısır kamuoyunda tepki yaratmıştır. Her ne kadar saltanatın kaldırılmasına ve cumhuriyetin ilanına yönelik tepkiler, Sultan Vahdettin’in İngilizlerle işbirliği yaptığı için Mısır’da bazı çevrelerde vatan haini olarak görülmesi ve Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı’nı kazanmış olmasının Mısır’da yarattığı coşkunun henüz dağılmamış olması nedenleriyle dengeli olsa da, bu durum halifeliğin kaldırılmasıyla değişmiştir. Mısır basını genel olarak Osmanlı Halifeliğinin yıkılmasının Müslüman toplumunun dağılmasına sebep olabileceği endişesiyle halifeliğin kaldırılmasına karşı çıkmıştır. Mısır Kralı Fuad ise kendini halife ilan etmenin yollarını aramış, bu isteği Müslüman devletler arasında kabul görmeyince geri adım atmak zorunda kalmıştır. Bütün bunların etkisiyle Mısır Yönetimi, Türkiye’den çeşitli nedenlerle kovulan insanların bir kısmını ülkesinde barındırmış, bunların Türkiye aleyhinde gazete ve kitap yayınlamalarına da engel olmamıştır.
Türkiye Mısır ilişkileri, bu nedenlerle sıcak ve samimi olmasa bile, iki ülkenin yöneticileri ilişkileri geliştirmek veya en azından belli bir seviyenin altına düşürmemek için hem söylem, hem de eylem bazında çaba sarfetmişlerdir. Buna rağmen zaman zaman bazı gerginlikler yaşansa da, ilişkilerde herhangi bir kopma yaşanmamıştır.
Mısır bir taraftan Türkiye’den kovulan insanların Türkiye aleyhinde çalışmalar yapmalarına izin verirken, öteki taraftandan da Mısır Kralı Fuad 1927’de İtalya’ya yaptığı bir ziyaret sırasında Türkiye Büyükelçisi’ne, iki ülkenin kardeş olduklarını ve Mısır’ın Türkiye’yi “ağabey” olarak gördüğünü bildirmiştir. Yine bu ziyaret sırasında Mısır Başbakanı Servet Paşa da Türkiye Büyükelçisi’ne Türkiye’yi çok sevdiğini ve iki ülke arasında “ayrılık gayrılık” olmadığını beyan etmiştir.Bununla beraber 1928 yılında Kral Fuad, Atatürk’ün Kral Fuad’ın doğum gününü kutlamamasını sebep göstererek, Kahire’deki Türk Elçiliği’nde verilecek resepsiyonlara Mısırlı bürokratların katılmasını yasaklamıştır. Aynı yıl Mısır Hükümeti basındaki Türkiye aleyhtarı yazılara karşı Türkiye’yi koruyan bir tutum almıştır. Türkiye aleyhtarlığıyla tanınan Sedayi Hak gazetesi hakkında dava açılmış ve sonrasında gazete kapatılmıştır. Yine Türk düşmanı olan Musavat’ın sahibi Hafız İsmail “Kahire Muhafızlığı’na (Valiliği’ne) celbedilerek kendisine tenbihati müesire ve katiyye (etkili ve kesin uyarı) icra kılınmış ve hatta ikâmet eylediği bir tekkeden de ihracına” karar verilmiştir. Türk düşmanı diğer bir gazete olan ElFeth gazetesi hakkında da “takibati kanuniyye” başlatılmıştır.
1929’da ise, Mısır’daki karma mahkemeler konusu bir gerginlik meydana getirmiştir. Türkiye, Mısır’daki Türk vatandaşları ile Mısır Hükümeti arasındaki uyuşmazlıklara, tıpkı İngiltere, Fransa, ABD, İtalya, Belçika ve Yunanistan vatandaşları ile Mısır Hükümeti arasındaki uyuşmazlıklarda olduğu gibi, karma mahkemelerin bakmasını talep etmiştir. Mısır Hükümeti bu talebi kabul etmeyince, Ankara’ya tatil için gelen Türk elçisinin Mısır’a geri gönderilmemesi bir ara gündeme geldiyse de, elçiye Mısır’a geri dönmesi talimatı verilmiştir. Elçi Muhittin Paşa Kahire’ye giderken, karma mahkemeler konusunda, İskenderiye’de tatil yapan Kral’dan görüşme talebinde bulunmuştur. Muhittin Paşa’ya gecikmeli olarak verilen cevapta, Kral rahatsız olduğu için görüşmenin mümkün olmadığı belirtilmiştir. Bunun üzerine Muhittin Paşa Kahire’ye dönmüştür.
Daha sonra yapılan girişimler neticesinde Muhittin Paşa Kral’dan randevu almış ve İskenderiye’de bulunan saraya gitmiştir. Muhittin Paşa, Kral ile randevu saatinde görüştürülmeyip bir müddet daha salonda bekletildiğini görünce, “bekleme salonunun kapısını ilgililerin yüzüne çarparak” Kahire’ye geri dönmüştür. Mısır Hükümeti Muhittin Paşa’nın bu hareketini Türkiye Hüküme­ti’ne şikayet etmiştir. Bu şikayetle tırmanan mesele, Muhittin Paşa’nın Mısır Dışişlerinden özür dilemesiyle kapanmıştır.
1930 yılında, Türkiye’nin afyon üretiminden kaynaklanan gerginlik, iki ülke ilişkilerinde başka bir anlaşmazlık konusunu oluşturmuştur. ABD’nin uluslararası örgütleri kullanarak Türkiye’nin afyon üretimini azaltmaya yönelik baskısını artırmaya başlamasından sonra, 1930 yılından itibaren, Mısır Hükümeti Türkiye’deki afyon üretimine dolaylı yollardan tepki göstermeye başlamıştır. Mısır Hükümeti bu tepkisini özellikle basın yoluyla dile getirmiştir.
Mısır basını Türkiye’nin afyon üretmesini şiddetle eleştirmiştir. Söz konusu eleştirilere en çarpıcı örneklerden birisi de Kahire’de yayınlanan ve Hükümetin yarı resmî sözcülüğünü yapan ElAhram gazetesindeki bir makaledir. Bu makalede, Mısır’da ve ABD’de kaçak olarak satılan uyuşturucunun büyük bir kısmının Türkiye’den geldiği, Kahire Polis Müdürü’nün Cenevre’deki heyete sunduğu bir raporda Türkiye’yi bu konu nedeniyle şikayet ettiği ifade edilmiştir.
Kahire’de yayınlanan “ElKeşkül” isimli haftalık mizah dergisinde yayınlanan diğer bir makaledeki tepkilerin şiddeti çok daha yüksektir. Söz konusu makalede; Türkiye’de yaygın olarak afyon kaçakçılığı yapıldığından, Türkiye’nin bütçe gelirinin önemli bir kısmınını uyuşturucu madde ticaretinin oluşturduğundan, Türkiye hazinesine her yıl beş milyon liranın bu yolla girdiğinden, Türkiye’nin uyuşturucu üretmesinin Milletler Cemiyeti’nin müteakip toplantısının en önemli konu başlığını oluşturduğundan bahsedilmiş ve kapak sayfasında Atatürk’e hakaret ederek “Türkiye’nin izzeti nefsini yaralayan” bir karikatür yayınlanmıştır. Bu karikatürde Türkiye Cumhurbaşkanı, elinde içi afyon dolu bir çanta bulunduğu halde, etrafa para mukabilinde afyon satar bir vaziyette gösterilmiştir.
ElKeşkül dergisinde söz konusu karikatürün yayınlanmasından hemen sonra Türkiye’nin Kahire Elçisi Muhittin Paşa Mısır Hariciye Bakanı Abdülfettah Yahya Paşa’yı ziyaret ederek durumu kendisine iletmiştir. Hariciye Bakanı, cevaben, böyle bir karikatür yayınlanmış olmasından duyduğu üzüntüyü dile getirmiş ve kendisinin bu olaydan haberdar olduğunu ve bu tür bir olayın tekerrür etmemesi için İçişleri Bakanlığı nezdinde gerekenleri yaptığını ifade etmiştir. Hariciye Bakanı bunları söylemekle beraber, ElKeşkül’ün nihayetinde bir mizah dergisi olduğunu ve fazla ciddiye alınmaması gerektiğini de ifade ederek, İçişleri Bakanlığı’nın dergiyi kapatma ya da cezalandırma yoluna gitmeyeceğini de imâ etmiştir.
Mısır Hükümeti Türkiye’nin afyon üretimine tepkisini, dolaylı olarak yönlendirmiş olması kuvvetle muhtemel olan basının yanı sıra, Türkiye ile ilgili hazırlattığı ve kamu oyuna duyurduğu bir rapor yolu ile de göstermiştir. 1930 yılında Mısır Afyon Merkezi tarafından hazırlanan bu raporda, Mısır’da yarım milyon uyuşturucu bağımlısının olduğu, Türkiye’deki fabrikalarda kaçak olarak üretilen eroin, kokain ve esrarın Mısır için büyük bir tehdit oluşturduğu ve son dönemde dünyada yakalanan uyuşturucu maddelerin büyük bir kısmının Türkiye’den geldiği gibi hususlara değinilmiştir.
Mısır Hükümeti’nin dolaylı yollardan ortaya koyduğu bu tepkiler, Türkiye’nin 1931’den itibaren afyon üretimini sınırlamaya başlaması ile birlikte sona ermiştir. Bu yılın Ekim ayında Türkiye Başbakanı İsmet İnönü’nün El Ahram gazetesi muhabiriyle yaptığı bir röportajda söylediği şu sözler, afyon meselesi nedeniyle Mısır’da Türkiye aleyhinde yayınlanan yazıların Türkiye’de söylemlere yansıyacak şiddette bir kırgınlık yaratmadığının bir göstergesidir: Mısır’a karşı beslediğimiz samimi dostluk ve hayırhahane (dostane) hissiyatımızı, Mısır’ın en büyük gazetesi olan El Ahram gazetesi vasıtasıyla ilan edebildiğimden dolayı çok memnunum. Biz, Mısır’ın milli arzularına muhalif olan herhangi bir fikirden uzağız; bilâkis bu dost memleketin milli dileklerinin husulunu (gerçekleşmesini), imkânımız dahilinde teyit ederiz.”
Bu tarz sıcak sözlerin söylenmesine rağmen 1932 yılında iki ülke ilişkileri önceki yıllardakine göre daha şiddetli bir şekilde sarsılmıştır. Mısır elçisi Abdülmelik Hamza Bey’in, 29 Ekim 1932 tarihinde, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş yıl dönümü münasebetiyle yabancı misyon şeflerine verilen yemeğe fesiyle katılması neticesinde önemli bir diplomatik kriz meydana gelmiştir. Atatürk’ün Mısır elçisinin fesini çıkarttırması üzerine, elçi yemeği terk etmiş ve durumu ülkesine rapor etmiştir. Olayın önce İngiltere, sonra da Mısır basınına yansımasının ardından Mısır, Türkiye’ye böyle bir olayın ileride tekrarlanmayacağı konusunda güvence isteyen bir nota vermiştir. Mısır, Türkiye’nin cevabi notasından tatmin olmayınca, Kahire’deki İngiliz Yüksek Komiseri devreye girmiştir. Gerek İngiliz Yüksek Komiseri’nin uzlaştırma çabaları, gerekse aslında iki ülke yetkililerinin de çok da önemli olmayan bir meseleden dolayı ilişkilerin kesilmesini istememeleri nedenleriyle Mısır, Türkiye’nin sonradan gönderdiği biraz daha yumuşak tondaki notasıyla yetinmiş ve mesele tatlıya bağlanmıştır.
1933’te Türkiye Mısır’dan başlıca iki meseleden dolayı şikayetçi olmuştur: Bunlardan ilki, Mısır’daki vakıfların gelirlerinin Türkiye’deki devlet kurumlarına mı, yoksa şahıslara mı tahsis edilmesi sorununun çözümlenememesi ve diğeri de Mısır’daki Türk vatandaşlarının hapishanelerde ve mahkemelerde gördükleri kötü muameledir. Bu meselelerin yanısıra, Kahire’deki Türkiye Büyükelçiliği’nde verilen 29 Ekim resepsiyonuna Mısır’lı Bakanların katılmaması da, ilişkileri olumsuz yönde etkileyen bir gelişmedir.
İki ülke siyasi ilişkilerinde 1934 yılından itibaran önemli bir gerginlik yaşanmamış, ilişkiler, yaklaşan İtalyan tehdidinin de etkisiyle, her geçen gün daha da  gelişmiş ve yakınlaşmıştır. İlişkilerdeki bu yakınlaşmanın neticesinde 7 Nisan 1937’de Türkiye ve Mısır arasında bir dostluk antlaşması ile birlikte bir ikâmet antlaşması ve bir tabiiyet sözleşmesi imzalanmıştır. Bu antlaşmalar ve sözleşmeyi Türkiye adına Dışişleri Bakanı Tevfik Rüştü Aras, Mısır adına da Türkiye Elçisi Muhammed ElCezayirli imzalamıştır.
Dostluk Antlaşması’nın 1. maddesinde “Türkiye ve Mısır arasında bozulmaz bir barış; samimi ve daimi bir dostluk” hüküm süreceği belirtilmiş, 2. ve 3. maddesiyle diplomasi ve konsolosluk temsilcilerinin, karşı lıklılık esasına göre, tüm ayrıcalıklardan yararlanmaları öngörülmüş ve onların işlevlerine ilişkin koşullar düzenlenmiştir. 4. ve son madde ise antlaşmanın onay belgelerinin verişiminden 15 gün sonra yürürlüğe girmesini hükme bağlamıştır.

PÜSKÜLLÜ BELA

İstanbul’da yaygın olarak fes; II. Mahmut (1808-1839) zamanında kullanılmaya başlanır. II. Mahmut (1808-1839) ismi Asâkir-i Mansure-i Muhammediye olan yeni kurduğu bu ordunun da fes kullanmasını uzun tartışmalar sonucunda kabul ettirmiştir. Askerler tarafından kullanılan bu doğu kökenli başlığın devletçe kabulünden sonra halk arasında yayıldığı görülür. Tabii geleneğe bağlılığı üst seviyede yaşayan kimseler önceleri, fese alışamayıp zorunlu tutulmasından dolayı ona “püsküllü bela” adını bile takmışlardır. Fesler genellikle Eminönü’nde, Yeni Cami, Ayasofya, Sultanahmet ve Beyazıt meydanlarında Tunuslu ayak satıcıları tarafından satılırdı. Fesler asker başlığı olarak da kullanıldıktan sonra fese olan bu rağbet İstanbul, Edirne, Bursa ve Selanik’te imal edilerek karşılanmaya yönelik girişimde bulunulmuştur. Fakat hem yeterli olamayıp hem de pahalı olunca Tunus, Mısır ve Avrupalı ülkelerinden ithal edilmiştir. Fakat zamanla Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlıklarını ilân ederek ayrılan ülkelere karşı fes boykotu başlamıştır. Balkanlardaki gelişmelere göre halk Avusturya feslerinin giyilmemesi için protestolara başladı. Öyle ki piyasaya “serpuş-ı milli” adında yeni bir fes sürüldü. Ayrıca fes satıcılarının Avrupa fesi satmasına engel olundu. İşleri bozulan fes esnafı ellerinde bayraklar Bâbıâli’ye giderek kendilerine karşı yapılan baskılara son verilmesini istediler. Bu durumlardan sonra fes yerine kalpak giyimi oldukça yaygınlaştı. 1909’da resmi dairelerde kalpak kullanımı hâkim oldu. Sonuç olarak 1908’de olan Fes Boykotu ulusal bilincin oluşmasında etkin rol üstlenmiştir. Böylece sadece savaş anlamında değil başka konularda da dış ülkelere karşı bir şeyler yağılabileceği ortaya çıktı.

Osmanlı erkeğinin başında görülen başlıklardan biri de kalpaktır. Post, Kuzu, Kara, Samur, Tatar adlı çeşitleri bulunur. İstanbul’da yaşayan gayrimüslim erkekler çoğunlukla şapka giyerlerken, Müslümanlar için bu yasaktı.